17 Aralık 2009 Perşembe

TURHAL'IN SESİ GAZETESİ 5 ARALIK 2009 İHSAN ALTINOĞLU'NUN ŞİİR'İ


Nizamettin Kayral Trakya Demokrat Gazetesi Yazısı.

14/12/2009 Tarihli Yazı
Trakya Demokrat Gazetesi


10 Aralık 2009 Perşembe

24 Kasım 2009 Salı

Kasım 2009 Tarabya.....


7 Kasım 2009 Cumartesi

Dr.Fuat Ali Örsan'ın Torunu S.Fuat Örsan'ın Göndermiş Olduğu Yazı.....



Dr. Fuat Ali Örsan

Dr. Fuat Âli Bey babamın babası, yani benim büyükbabamdır. 1872 – 1951 yıları arasında yaşadı. Ben 10 yaşındayken, 1951’de 79 yaşında öldü. Büyükbabamı çok iyi hatırlıyorum. Çok iyi hatırladığım 3 sahne var; Bakırköy’de İstasyon Caddesi üzerindeki evin içindeki hali, o evin küçük arka bahçesinde arılarla uğraşırken görüntüsü ve Terkos’ta beni Şimendifere bindirdiği zamanki hali.
Büyükbabamın çok iyi bir insan olduğu muhakkak. Bir de belirtmek isteğim şey şu: Büyükbabam devamlı kitap yazardı. Yazdıkları Arıcılık, Tavukçuluk ve sebzecilikle ilgili idi. Kitapları Türkiye’de çok tanınmıştı. Öylesine tanınmıştı ki o 1951’de öldükten sonra da senelerce satmaya devam etti. Ailesi büyükbabamın kitaplarından menfaat sağlamayı hiç düşünmedi. Yayınevi kitaplarını yıllarca basmaya ve dağıtmaya devam etti. Bu durum bizi çok mutlu etti. Hala satıyor. Bugün dahi Google‘da Fuat Ali Örsan ismini ararsanız satılmakta olan kitaplarına rastlarsınız. Çok hoş bir şey bu. Hatta son yıllarda bir defa işportada kitaplarına rastladım ve hemen satın aldım.
Büyükbabamı Rasin Ağabeyim herhalde hepimizden daha iyi tanıyor. Bu nedenle Dr. Fuat Âli Bey hakkında yazdıklarını ağabeyimin “Kaybolan Bakırköy” adlı kitabından aktarıyorum.
........Dr. Fuat Ali bey ise, Batı Rumeli Ordularının umumi ricati boyunca vazifesine devam etmektedir. Hem cerrahlık yapıyor, hem de bir gözü İstanbul yollarındaki karısında, çocuklarında. Sahra hastahanesi düşman ateşi altına düşmüştür. Doktor binbaşı yine çalışıyor, yaralı mehmetciklere bakıyor, kesilecek ne varsa kesiyor. Morfin bitmiştir. Dr. Fuat Ali bey yine kesiyor. Hastahaneyi geri hatlara taşıyorlar. O yine kesiyor, diyagnoz yapıyor, teselli ediyor.
O kargaşalıkta İstanbul'dan bir paşa gelmiş. Mirliva Fevzi Paşa isminde genç bir kumandan. Panik içinde çekilmekte olan kuvvetleri derlemiş toplamış, yeni mevzilere yerleştirmiş. Tepelere makineli tüfekler koydurmuş. Bir de bakmışlar ki cephe stabilize olmuş. Düşman taarruzu durdurulmuş. Sırplar Fevzi Paşa karşısında takılıp kalmışlar.
Babamın babası bu bölgesel başarıyı bize anlatırken "Mareşal Fevzi Çakmak iyi bir askerdir. Gözlerimle gördüm, bizi kurtardı, moralimizi yükseltti." derdi.
Ve sonrası;
Ailemizin yine talihi varmış. Dr. Fuat Ali bey, İclal hanım ve çocukları İstanbul'a ulaşıyorlar. İmparatorluğun başşehri karınca yuvası gibi insan kaynıyor. Makedonya'dan kaçmaya muvaffak olan mültecileri oraya buraya yerleştirmek için Şehreminliği, Nafıa Vekaleti, Babıali Hükümeti akla karayı seçiyorlar. Yeşilköy'deki baba konağı sağ olsun. Bizim aile oraya taşınıyor. Üçüncü kızları Samiye doğuyor. '
Balkan Harbinin akabinde Operatör Doktor Cemil Topuzlu İstanbul Şehremini olmuş ve bir türlü rahat yüzü görmeyen şehrimize biraz çekidüzen vermiş. Dr. Cemil Topuzlu Dr. Fuat Ali beyden beş yaş büyüktür. O da askeri doktordur. Generalliğe kadar yükselmiş, Tıbbiye'de profesörlük yapmıştır. Dr. Fuat Ali beyi pek severmiş. Genç arkadaşını yanına asistan alıyor. Bir müddet beraber çalışıyorlar.
Birinci Dünya Savaşında babamın babası yine cepheden cepheye koşuyor. Bu sefer Sarıkamış, Gelibolu, Suriye... Ama ailesini beraberinde götürmüyor, onları İstanbul'dan ayırmıyor. Enver Paşanın dillere destan Sarıkamış seferinden öyle perişan bir vaziyette dönmüş ki evdekiler kendisini tanıyamamışlar...
Milli Mücadelede Dr. Fuat Ali beyi Ankara Askeri Hastahanesinde yine görev başında görüyoruz. O zaman kaymakam, yani yarbay rütbesinde bir tabip. Cephelerde, geri hatlarda akla gelebilecek her türlü mahrumiyete rağmen ameliyat yapan, mehmetciklerin hayatını kur- taran veya son uykularında onların gözlerini kapayan, sulh zamanı ordu birlikleri ile vatanın en ücra kasabalarına, köylerine kadar bölge halkını tedavi eden o cefakar, gözü pek Türk doktorlarından biri...
Büyük Zaferden sonra Dr. Fuat Ali bey ordudan ayrılıyor. Ziraatçilik, arıcılık. tavukçuluk onun asli mes1eğinin yanı sıra en çok merak bağladığı. uzman kesildiği konular. Arı besliyor. makaleler yazıyor. kitaplar neşrediyor...
Önce Halkalı Ziraat Mektebinde hocalık. arkadan Ankara Ziraat Fakültesinde öğretim üyeliği. Gazi'ye tavsiye ediyorlar. Atamız doktora Gazi Orman çiftliğinde "Sanayi-i Ziraiye mütehassısı" olarak vazife veriyor.
Görevi Avrupa'daki firmalarla, fabrikalarla temas kurarak çiftliğin ihtiyacı olan zirai alet ve edevatı temin etmek. O durumda bir mütehassıs isterse hükümetlerden, satıcı şirketlerden kolaylıkla kendine komisyon koparır, küpünü doldurur, zenginin zengini olur.

Hayır! Dr. Fuat Ali bey yapmıyor. Öyle şeylere tenezzül etmiyor. Öyle dalaverelere aklı ermiyor. Onun kırk para kabul etmemesi hayretlere mucip oluyor. Ankara'da arsaların dönüm dönüm yağma edildiği günler... Rasin Ağabeyimin anlattıkları:
Annemle babam o yıllarda İzmir'de sinemaya gitmişler. Aktüalite filmler gösterilirken Gazi Orman Çiftliği perdeye gelmiş. Gazi Hazretleri teftişte. Geride de Dr. Fuat Ali bey kendine has bir şekilde parmaklarını önünde uç uca getirmiş. saygı ile Cumhurbaşkanını takip ediyor.
Annem de. babam da pek heyecanlanmışlar. Bizim peder "Ah babacığım." diye ağlamaya başlamış. Annem de "Madem ki onu bu kadar seviyorsun. niçin hiç aramaz sormazsın" diye taşı gediğine koymuş.
Benim çocuk1uğumda;
Ben hayata tanık o1maya başladığım senelerde babamın babası ailesini Bakırköy'e yerleştirmişti. Bir ara bizim evin en üst katında bile oturdular. Fakat orası dar geldi ve Domuzdamına taşındılar.
Babamın babası arasıra Bakırköy'e gelir. beni de sevinçten deli ederdi. Fakat çok kalmaz giderdi. Memleketin dört bucağında belediye tabipliği. fabrika doktorluğu yapar. yanısıra da ziraatle meşgul olur. arı yetiştirirdi. Bulunduğu yerlerde onu "Arıcı Fuat bey' diye tanırlar, severlerdi.
Edremit, Havran, Terkos...
Dr. Fuat Ali bey durmadan istirahat almadan, tatil yapmadan çalışır, çalışırdı. Doktorluktan. arıcılıktan kazandığı mütevazi gelirini de kendine hiçbir pay ayırmadan: karısına gönderirdi. Bizi pek özlediği zaman da kalkar gelirdi. Zannederim yalnız başına biraz uzaklarda yaşamayı kendi de tercih ediyordu.
Ben babamın babasının ge1mesini iple çekerdim. Küçük yaşıma rağmen onun ne kadar enteresan bir adam olduğunu idrak ediyordum. Edremit'ten. Havran'dan bana bal getirirdi. Kendi arılarının ballarını. Benim sıhhatimle yakından ilgilenirdi. Ama öyle dangıl dungul. cart curt ederek konuşmaz. çocuk psikolojisini anlayan bir kafa ile tavsiyelerde bulunurdu.
Tekaüdiye. emeklilik ne demek? Fedakar Dr. Fuat Ali bey hayatının son yıllarına kadar. hastalanıp yatağa düşünceye kadar. "Aileme bakacağım, onları rahat ettireceğim" diye çalıştı durdu. Son vazifesi İstanbul'un su ihtiyacına cevap veren Terkos Fabrikasının doktorluğu idi. Ben o zamanlar Douglas bıyıklı tığ gibi bir delikanlı. Edirnekapı'dan otobüse biner, üç saatte tıngır mıngır Terkos'a giderdim. Benim 75 yaşındaki babamın babası orada tek başına iki odalı bir dairede oturur, bir odada hastalarını muayene eder, öbür odada da saç sobanın üstünde kuru fasülye pişirirdi.
Sonra hastalanıp bütünlüğüne karısının yanına döndü. O zamanlar Bakırköy çarşısında bir evin üst katında oturuyorlardı. Karnından sarkan lastik bir boru bir ufak şişeye bağlanmıştı. İdrarı o şişede toplanırdı. O hali ile sokağa bakan odanın "funksiyonalizm" stili vişne rengi koltuğuna çöker, kucağında kağıt kalem, yazar da yazardı. Elinin altındaki İngilizce, Almanca ziraat kitaplarını lügata ihtiyaç durmadan rahat okur, notlar alırdı. Neşrettiği "Pratik Ancılık", "Pratik Tavukçuluk" kitapları bugün dahi rağbettedir.
Dr. Fuat Âli beye ait fıkralar:
Rahmetli çok iyi kalpli ve o nisbette de -nur içinde yatsın- çok küfürbaz bir zat idi (O babta ben de bir nebzecik babamın babasına çekmişim). Ziraat Fakültesindeki talebeleri, bu arada Hasan Doruk (Belgin Doruk'un babası), Celal Ertüzün (Türk Dil Kurumu azası Ahmet Cevat Emre'nin damadı) ve diğer talebeleri Doktorun bu hususiyetinden dolayı ondan kendi aralarında "Doktor Hayrullah bey" diye bahsederlermiş. Doktor Hayrullah bey Reşat Nuri'nin "Çalıkuşu" romanında pek renkli ve sempatik bir askeri tabiptir. Durmamacasına küfür eder, askerlerinden "Benim ayıcıklarım" diye bahseder.
Ben küçükken babamın babası beni çağırır: - Gel buraya, pezevenk, derdi. Ben de çocuk ağzımla:
- Sensin pezevenk, diye karşılık verirdim.
Babamın babası bu karşı iltifatı işitince ağzı kulaklarına varır, yelek cebinden beş kuruş çıkarıp bana uzatırdı.
Bir gün eve geliyor. Kızları Celile, Samiye, gelini Piraye oturma odasında sohbet ediyorlar.
- Çocuklar, diyor. Bir kutu pünez almak istiyordum ama türkçesi bir türlü aklıma gelmedi. Nedir o hani, parmakla bastırınca kağıdı duvara tutturursunuz? Çokbilmiş geçinen Piraye derhal atılıyor:
- Raptiye.
Doktor Fuat Ali bey kah, kah kah:
- Kıçımı ye hap diye
Bir zamanlar Bakırköy'ü bir topaç merakı sarmıştı. Her çocuğun elinde bir topaç, çevirip duruyordu. Ben de topaç çevirmek istiyorum ama küçüğüm, beceremiyorum.
Babamın babası beni elimden tuttu. Gidip aktar Gevont' tan iki tane topaç aldık. Ama çevirmesini o da bilmiyor. Eve dönerken baktık, Rum Kilisesinin avlusunda Rum kopilleri toplanmış, topaç çeviriyorlar. Doktor önde, ben arkada girdik kiliseden içeri. Dr. Fuat Ali bey orada avlunun çimento zemininde çocuklardan topaç çevirmesini öğrendi. Çıktık dışarı. Bu sefer karşıdaki Ermeni Kilisesinin kaldırımına gittik. Orası da çimento. Orada babamın babası bana da topaç çevirmesini öğretti. Sevine sevine eve döndük.
Annemle babam 1929 da İzmir'de. iken Doktor ziyarete gelmiş. "Piraye, kızım, gidelim de bana bir, takım elbise alalım" demiş. Atlı tramvaya binip "Saman İskelesi"ne varmışlar. Elbise seçecekler. Annem daha 19 yaşında gencecik bir kadın. O aklı ile kayınpederine en münasip. en gösterişli bir kıyafet olarak lacivert bir takım elbise beğenmiş. Aylar sonra İclal hanımdan" Celile'den, Samiye'den annelerine yan şaka bir sitem:
- Piraye, bu adama lacivert elbise nasıl aldın? Üstü başı leke içinde... Yağlar, salçalar, toz, kir ne istersen var. Niçin ona kullanışlı, leke götürecek bir kumaş seçmedin a kızım?
Bir seferinde de Dr. Fuat Ali bey Bursa'da bir çift yeni ayakkabı satın almış. Sağı iyi gelmiş ama solu biraz vuruyor. Rahmetli doktor hayatta böyle problemleri kendine dert edinmeyecek kadar olgun insandı. Galiba fazla 0lgundu. Neden mi? Eski kullanılmış ayakkabılarından. birini sol ayağına geçirmiş. Sağ ayağına da yeni aldığı gıcır gıcır ayakkabıyı giymiş. O kılıkta kalkıp Bursa'dan İstanbul'a gelmiş.
Babaannem her şeyden evvel pısırık bir kadın değildi. ,', "Evet efendim. siz bilirsiniz efendim" demez. Fransa .- ihtilalinin Marian'ı (Marianne) gibi hemen bayrakları açardı. Onun bu huyunu iyi bilen kocası da ona muziplik etmekten geri kalmazdı.
Domuzdamı'nda otururlarken bir gün doktor gelip gelinine fısıldar:
- Piraye. git hanıma çıtlat. "Fuat babam bir iş yapıp çok para kazanmış. Şimdi içerde paralarını sayıyor. Bana da para ister misin diye sordu" de. Bakalım sonra neler olacak?
İclal hanım mutfakta. kocasına ikram, "Manastır tatlısı" yapmakta. (Bir çeşit iri taneli revani). Piraye'nin ağzından "para" kelimesini duyar duymaz kayınvalde elindeki yumurtaları. oklavayı olduğu gibi masaya bırakmış. Elinin yağını. hamurunu bile silmeden doğru oturma odasına:
- Fuat bey. nerede o paralar? Çabuk çıkar. Acele lazım. Alış verişe gideceğim. Çabuk ol. çabuk ol.
Fuat bey kasıklarını tutarak gülüyor:
- Dertsiz başıma bu derdi kendim sardım. Şimdi işin içinden nasıl çıkacağım. diye. müdafaanamesini hazırlıyor. bu arada da zevkten bitiyormuş.
Çok alçakgönüllü bir insan idi babamın babası. Kendinden hiç bahsetmez, bahsetse bile alaylı bir şekilde konuşurdu. Ender hallerde Tıbbiye'de, Balkan Harbinde, İstiklal Savaşında başından geçenleri kısaca anlatırdı.
Tıp Fakültesinde iken bakmış ki üzerinde çalışabileceği, otopsi yapabileceği ceset kalmamış. Bir arkadaşı ile Topkapı haricine çıkıp bir mezarlıktan bir bacak bulmuşlar. Topkapı-Bahçekapı tramvayına atlayıp Beyazıt'a okula dönüyorlar. Bacağı da paket yapıp oturdukları sıranın üstündeki rafa yerleştirmişler.
Tramvay Fındıkzade'deki keskin virajı alırken paket aralanmış. Paketten çıkmış dışarı bir başparmak. Fuat efendi ile arkadaşı telaşla pakete çullanmışlar. Diğer yolcular "Ne oluyor bu gençlere? Nerede bizim zamanımızdaki uslu efendi gençler" diye basmakalıp nakarata geçmeden bizim ahbap çavuşlar paketi raftan indirip üstünü örtmüşler. Çaktırmadan durumu idare etmişler.
- Sakarya'da siperleri dolaşırken bir şarapnel patlamış.
Avcı boy çukurunun toprak duvarına dayanmış bir er "Aaaa, benim kalbim koptu!" demiş ve der demez oracığa düşüp ölmüş.
Ben daha doğmadan önce Dr. Fuat Ali bey iki sene kadar Hamburg'a gidip oturmuş. Orada bir Alman kadınını metres edinmiş. Bravo! Keşke iki tane edinse idi. İclal hanım işin o faslına pek kızar, kinayeli konuşurdu. Ama doktor Hamburg'dan vapurla İstanbul'a dönerken bir sandık dolusu porselen tabak çanak getirip böyle şeylere pek düşkün olan karısının gönlünü almış.
Dr. Fuat Ali bey giyinişi ile, hal ve tavrı ile felsefede "Epikürien" ekolüne uyan bir kafa yapısına sahip olduğunu gösteriyordu, insanlann kılık kıyafetine aldınş etmez, kafalarında olup bitenlere ehemmiyet verirdi. Boş laflara, hurafeye kulak asmaz, böyle şeyler iddia edenlere küfürü basardı.
Ölümden korkmaz, "Yaşadığımız sürece ölüm bizden uzaktır. Ölüm gelip çattığında da yaşamıyoruz demektir. Bu iş bu kadar basittir” der geçerdi. Hayatı boyunca da müsbet birşeyler yapabilmek, ailesine, içinde yaşadığı topluma bir şeyler bırakabilmek için çırpındı durdu. Ve kendi mütevazi koşulları içinde pekala başarılı da oldu.

05/11/2009 POSTA GAZETESİ NİZAMETTİN KAYRAL'IN ŞİİRİ


7 Ekim 2009 Çarşamba

YENİ VALİMİZ SAYIN ŞERİF YILMAZ'A BİR AÇIK MEKTUP.......

YENİ VALİMİZ SAYIN ŞERİF YILMAZ’A DA BİR AÇIK MEKTUP.
Nizamettin KAYRAL

Son yıllarda yeşil Tokat’ımıza atanan Valilerimizin verimli ve başarılı çalışmalarından yalnız Tokat’lılar ve Tokat’ımızın seçkin yerel basını değil, tüm Türkiye’miz çok söz etti ve ediyor…
Tokat’a atandığınızın ikinci günü,iftar yemeğini huzurevindeki yaşlılarla birlikte yemek kadirşinaslığını göstermiş olmanız;60 yıllık eşini ve can yoldaşını kaybettikten sonra 4-5 yıldır İstanbul ilçelerinden birinin belediyesi huzurevinde kalan bir sakin olarak bendenizi de çok etkiledi ve duygulandırdı.
Bu duygu ve düşüncelerle sizi rahatsız ettiğim için hoş görünüzü dilerim.
Varlık,israf ve gösterişten değil; çok yaşlı,tek başına yürüyebilmekten aciz bir ihtiyar olmam nedeni kadar;ilgililerce onlarca defa kararlar alındığı halde -“kapımızdan geçen minibüslerin yine ayakta tıklım tıklım dolu olması nedeniyle ilçe merkezindeki çocuklarıma gitmek için taksiye binerim.”
Pek çoğu,Anadolu’muzdan İstanbul!a gelip yerleşmiş olan şoförlerin,ilk sözü ve sorusu “kimin kimsen yokmu da? huzurevinde kalıyorsun”olur.
Sayın Başbakanımız Recep Tayip ERDOĞAN bile,sevgili eşi Emine ve sevgili kızı Sümeyye hanımefendiler ile,bir alışveriş merkezinde Mahsun Kırmızıgül’ün yönettiği BEYAZ MELEK filmini izledikten sonra “gençlere bu film vesilesi ile şunu anımsatmak istiyorum;Yaşlı anne ve babanızı kendi yanınızda barındırın.”annem,babam artık yaşamlarını huzurevinde sürdürsünler” anlayışı zaten bizim değerlerimizle de örtüşmüyor.Bu değerlerimizdeki bir erozyondur.Bu erozyondan kurtulup tekrar aslımıza dönmemiz lazım” demiştir.
Çok üzülmüştüm bu güzel öneri ve temenniye.
Elbette her yaşlı için en büyük huzur ve mutluluk,onların evlatları ve torunlarıyla aynı çatı altında onların soluduğu havayı teneffüs etmek,yemek-içmektir ama;bugünkü koşullarda bazen bu arzu birçok nedenlerle mümkün olmayabiliyor.Hiç bir baba veya anne de evlatlarının huzursuz olmasını istemez.O özlenen çatı altında kalanların içinde,el oğlu da,el kızı da vardır.
Bektaşi’ye en çok neyi seversin diye sorduklarında (iki şeyi severim.Biri sigaranın ilk nefesi,iki:Kaynanamın son nefesi.)diye düşünen damatlar ile,kaynananın pamuk olup raftan düşmesi ile başı yarılan gelinler de bulunabilir.
Evlatlarını taciz etmemek için,Türkiye’mizde de ÖTENAZİYE yeşil ışık yakılmasını içtenlikle isteyen yaşlılar da vardır.
Unutmamalıdır ki;bilhassa belediyelerin ticari amaç dışında açmış oldukları huzurevlerindeki konfor dengeli beslenme,sağlık sorunlarının,sosyal yaşamlarının ve sair yaşlılık sendromunlarının halline en iyi ve yüksek düzeyde yerel belediyelerin ve yöre sakinlerinin gözetim ve denetim altında olanlardır.
Evlatlar çok yakınlarındaki bu şefkat evlerinde,ebeveynlerini arayıp ziyaret etmeleri ile onların gönüllerini fethedip dualarını alabilirler.
Bu neden ve düşüncelerle,zatıalinizin Tokat’ta göreve başladığınızın ikinci günü,ziyaret etmiş olmanız:
1-Başta sizi Amasya hududunda karşılayan heyet içinde bulunan ve 7 Aralık 2007 tarihinde Turhal Sesimiz Gazetesinde,Turhal’da yaptırmakta olduğu huzurevine destek için hemşerilerini yardıma çağıran,değerli Turhal Belediye Başkanı Ali GÖZEN,
2-Zümrüt Reşadiye ilçemizde,GÖZEN gibi ikinci defa seçim zaferi kazanan ve bu güzel ilçeyi Turhal’a nazaran çok az nüfus ve kısır olanaklarına rağmen,beklenenden ve umulandan daha çok hizmetler veren, ve İstanbul’da münteşir Tokat Gündem Gazetesi muhabiri Nebahat AKPINAR hanımefendinin,sorularını yanıtlarken yeni dönemde 3 yıldızını 5’e çıkaracağını belirttiği,meşhur Termal otelinin üst kısmındaki çamlıklar arasında örnek bir huzurevi yaptıracağını,vadeden değerli başkanımız Rafet ERDEM olmak üzere,
3-Diğer ilçe belediye başkanlarımızın,bu konudaki çalışmalarını hızlandıracak,yöre halkının ilgi ve yardımlarını da büyük ölçüde teşvik edecektir.
Belki bundan sonra halkımızın,cami ve okul yapımlarına paralel olarak huzur evi yapılması da göz önüne alınacaktır.Çünkü,yaşlılıkta huzur ve güven bir gün hepimize-herkese lazım olacaktır.
Size bu vesileyle bende hoş geldiniz der en iyi dileklerimle sevgi ve saygılarımı sunarım sayın Valimiz.

2 Haziran 2009 Salı

9 Mayıs 2009 Cumartesi







1 Mayıs 2009 Cuma

EMEKLİ ÖĞRETMEN HASAN YILMAZ'IN GÖNDERDİĞİ RESİM VE YAZI


Arıcılığı Öğretmen Okulunda Meslek dersleri Öğretmenimiz Mustafa Özcoşar ın derslerde verdiği bilgiler ve Nizamettin Kayral bey in kitaplarından okuyarak öğrenmiştik.Bu gün 1 Mayıs 2009 Sabah Tokat Öğretmen Evine Yolum düştü Hocam Mustafa ÖZCOŞAR a rasladım oturduk çayımızı yudumlarken Resepsiyonda ak saçlı birini gösterek "Arıclığın piri" dedi.20 yıl önce kitaplarını okuduğum Nizamettin KAYRAL aklıma geldi hiç görmüşlüğüm yoktu tanışıp sohbete başladık üç kuşak bir aradydık ve cebimde sürekli taşıdığım fot.makinamı garsaona vererk resimimizi çekmesini istedim .Hocamın solunda ben Hasan YIMAZ em öğrt Sağında benim öğretmenim
Musrafa Özcoşar.Karşıda Turgut KAYMAK Ve Nizamettin KAYRAL beySelamlar SaygılarHasan YILMAZEmkl Öğrt.TOKAT/ARTOVA